29 Temmuz 2014 Salı

KALP YOLCULUĞU


KALP YOLCULUĞU

Varoluşundan beri insanoğlunun yegane gayesi mutluluğu arayış olmuştur. Söz konusu amaca çeşitli inanç ve disiplinlerde değişik yollarla ulaşılmaya çalışılmıştır. Dünyevi ve uhrevi olsun mutluluk arayışındaki anlatımlarda merkezileşen kavram “Kalp” kavramıdır. Özellikle İslami tasavvuf anlayışında “Kalp” kavramı nirengi noktasıdır. Söz konusu kalbin yolcusu kendisini olgunlaştıran merhalelere yolculuk yapacaktır.

“Kalbin yolcusu.com” sitesinde de açıklanmaya çalışıldığı gibi maddi kalp ile manevi kalp birlikte düşünülmeli ve değerlendirilmelidir.Zira, Hz.Peygamber (S.A.V.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır.

“Dikkat ediniz. Bedende bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden de bozulur. İşte o kalptir”. (Buhari, Müslim, İbni Mace).

Kalp kavramı, lügat anlamıyla “bir şeyin özü ve merkezi” anlamındadır. 

Kuranı kerimde “İnsan varlığının özü” olarak sunulmaktadır. Kuran’da insan varlığının iki kaynağına zaman zaman değinilmektedir. Bunlardan birisi topraktan geldiği, diğeri de kendisine ilahi nefha diye adlandırılan “ruh”un verildiği hususudur. Bunlardan toprak insanın maddi cephesinin dayanağı, ruh ise manevi yönünün teşekkülünü ifade etmektedir. Kuranı Kerim ifadesiyle insanın topraktan gelen maddi yapısına Rabbin emrinden olan ruh nefhedilmiştir. Ruhun bedendeki ilişkisi “nefs” adını almıştır. Kuran’da ruha ilişkin ayetler, incelendiğinde ruhun yaratılış başlangıcında devreye giren ve maddi yapıyı tamamlayarak insan varlığını ortaya çıkaran manevi bir cevher olduğunu görüyoruz.

Bu ilk oluşumdan sonraki aşamalarda ruh yerine sürekli “nefs” kavramı devreye girer. Ahiret aleminde muhatap kabul edilen nefstir. Ölüm anında bedeni terk eden ruh-nefs kavramı birlikte anılmaktadırlar.

İnsan hakikatini oluşturan bu manevi cevher bedenle iç içe olmakla birlikte uyku halinde geçici ölüm halinde ise tamamen bedenden ayıralabilmektedir. İşte bu noktada manevi kalp nefs cevherinin çekirdeğini (lübbünü) oluşturmaktır.

Bir sufi üstadı olan El – Tirmizi (8.yüzyılda yaşamıştır) ‘ye göre kalbin dört istasyonu vardır. Bunlar Göğüs (Sadr), kalp, iç kalp (lüb) ve en iç kalp (lübbül-lüb) tir. Bu dört istasyon ortak merkezli iç içe küreler gibi birbirlerinin içlerinde yeralır

Sadr: Dinin zahiri formlarının yani amel nurunun mekanıdır.
Kalp: İman nurunun mekanıdır.
Lüb (içkalp): Marifetullah nurunu barındırır.
Lübbül lüb (En iç kalp): Tevhit ve Ehadiyet nurunun mekanıdır.

Bu dört istasyon El-Tirmizinin analiziyle bir çiftliğin farklı mekanları gibidir. Göğüs, çiftliğin sınırlarını belirleyen vahşi hayvanlara yada yabancılara en fazla açık olan en dış kısmı gibi en dış bölgeyi oluşturur. Kalp ile dünya arasındaki ara yüzeydir. Kalp, evin kendisine karşılık gelir. Duvarlarla çevirili, kilitli, daha fazla kapılarla güvenlik altına alınmıştır. Yalnızca aile üyeleri ve davetli misafirler girebilir. İç kalp ise ailelerin en değerli malvarlıklarını içinde saklayan kilitli hazine odasıdır. Anahtarı çok az kişide mevcuttur.

İnsanın maddi yapısıyla manevi yapısı arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Kişinin, manevi yönünün fonksiyonları yerine getirebilmesi, ancak maddi varlığının sıhhatiyle gerçekleşebilir. Bu açıdan manevi kalp ile maddi kalbi iç içe düşünmek, manevi kalbin akıl yürütme yeteneğiyle maddi kalple bağlantılı beynin bir şekilde irtibatlı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Akıl, kalbin bir fonksiyonudur. Kuranı Kerim, iş göremez hale gelen bir kalbin akletme fonksiyonunun da olamayacağına işaret etmiştir.

Kuran kerimde kalbe nispet edilen fonksiyonlar felsefede genellikle nefs ve akıl başlıkları altında incelenmiştir. Psikoloji kelime anlamıyla “ruh bilimi” manasına gelsede incelemelerinde kalbe çok az yer vermiştir.

Kitabı Mukaddesle Kuranı Kerim arasında kalp kavramına yüklenen fonksiyonlar bakımından tam bir benzerlik söz konusudur.

İslam düşünce tarihinde ise kalple ilgili en geniş en kapsamlı değerlendirmeler sufiler tarafından yapılmıştır. Onlar kalbe nazargah-ı ilahi olarak bakmışlardır. Selim bir kalbe erişmeyi amaç edinmişlerdir. Onlara göre kalp, Rahman’ın istiva ettiği Arş’ıdır. Gerçek Kabedir.

Dolayısıyla Mevlayı arayan kimse gönlüne doğru sefere çıkmalı, nefs engelini aşarak ona ulaşmalıdır.

Bir anekdot: 
Bir şeyh hastalıktan daha yeni kurtulmuştu. Kış mevsimiydi, bu nedenle onun dervişi daima şeyhin sabah namazı abdesti için suyu ısıtmak üzere erkenden kalkardı. Bir sabah derviş uyandı ve üstadının çoktan uyanmış olduğunu gördü. Bir su ibriğini kaptı ve sıkıca göğsüne bastırdı. Suyu dökmeye başladığı zaman, su şeyhin ellerini yaktı. Şaşıran şeyh sevgili dervişine sordu. ” Nerede kaynattın bunu?” Derviş cevap verdi.

“Gönlümün Ateşinde.”
Kalp kavramı Kuran-ı Kerimde 132 yerde geçmektedir. Olumlu ve olumsuz bir çok kavramla ilişki kurulmuştur. İman, inkar, nifak gibi inaçsal yönelişler kalbe nispet edildiği gibi tevbe, takva , tevekkül, tevazu, ve kibir gibi olumlu olumsuz ahlaki değerle de kalbe izafe edilmiştir.

Kuran Kerimde; Allah ile insan arasında Allah’tan kabe, kalpten Allah’a doğru çift yönlü bir ilişki mevcuttur. Vahiy mesajlarının iletildiği yer kalptir. Allah, insanın kalbine nazar eder.

Kalp, değişken olup dış etkilere açık bir özellik taşır. Eğer kalbi dış etkilere karşı koruyucu etkenlerle teçhiz edersek onu sahili selamete ulaştırabiliriz. Bu koruyucu etkenler; iman, marifet, muhabbet, zikir, takva, teslimiyet ve duadır. Eğer bunu başaramazsak, bu takdirde inkar, şirk şüphe ve nifak gibi olumsuz yönelişler söz konusu olacaktır.

Kuranı Kerimin kalbe nispet ettiği temel fonksiyonlar şunlardır.

- Kalp, Allah ile insan arasındaki ilişkilerin odak noktasıdır.

- İdrak, bilgi ve duygu merkezidir.

- Zahiri ve batını (Açık veya gizli) her türlü amellerin kaynağıdır.

İnsanın manevi yaşamı bakımından bu derece önemli olan kalp titizlikle korunmalı ve olumlu etkenlerle geliştirilerek Allahın razı olacağı koruma getirilmelidir. Kalbi selimden anlaşılması gereken de budur. Nefsin kötülüğü emredici fısıltıları ile kötü çevrelerin etkilerinden korumak gerekir. İstiğfar (bağışlanmayı dileme) kalbi karartacak olan günah izlerini ortadan kaldırır. Zikrullah (Allah anmak) ise kalbin tatmin ve huzurunu temin eder. Burada karşımıza “Dua” çıkmaktadır. Kuranı Kerimdeki Eş – Şuara suresinin 87-89. ayetlerinde yer alan Hz.İbrahim’in (A.S.) Duası çok güzel bir örnektir. “(Rabbim), malın ve evladın fayda vermediği, ancak Allaha kalb-i selim getirenlerin fayda göreceği o diriliş gününde, beni mahçup etme.”

Son olarak Allahü tealanın meleklerin dilinden bize öğrettiği dua ile kalbin yolculuğunu noktalamak gerekir.

El-Bakara 32.ayet.

“……. Seni tenzih ederiz (ya Rab) Senin bize öğretiğinden başta hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi bilen Alim ve yaptığı her şeyi hikmette yapan Hakim ancak sensin.”

Bu yazı, Dr.Adem Ergül’ün Marmara Üniversitesi İlahiyat FakültesindeTefsir Ara Bilim Dalındaki Doktora Tezi ile Prof.Dr.Robert Frager’ın “Kalp Nefs Ruh” adlı eserinden derlenerek hazırlanmıştır.

(alıntı)



3 yorum:

bücürükveben dedi ki...

Çok ilginç bilimsel düşününce insanda her şeyi yöneten merkez beyin ama bir şeye üzülünce, sinirlenince kalp ve kanser vs. gibi hastalıklara yakalandığımızı düşününce, büyük bir dert, bir sıkıntıda kalbimizin sıkışmasını dikkate alınca neden olmasın dedim? Teşekkürler, eline sağlık:)

ismail dedi ki...

sen de sağol sevgili Müjde .. burada kalp gözü, yani sezgi gücünü, gönül gözünü çok güzel anlatmış ..

ismail dedi ki...

her ne kadar maddi kalbe ağırlık vermiş ise de, aslolan manevi kalbin ( kalp gözü , gönül gözü ) elde edilmesidir..